20090329

Ölüm istenci.

Dizlerinin yaşama dönük kırıklıkları, aldatır gibi duruyor ileride seni bekleyen güzelliği. Oysa 'salyalı hayranlar' sırtına yazılmış olan yükün ağırlığını okuyor korkarak. Sadece biri istencinin bilincinde tüm salonda, kameranın yönelişiyle. Ancak muhtemelen başka birileri daha vardır, gelip izleyen ve yaptığın şeyi analiz edercesine gözetleyen. Ama biliyorsun ki, o anda tüm kötülüğün merkezi sensin. Ve bekleyen güzellik ağlıyor, farkına vararak, ihtiyacın yok ona; sen kendisisin zaten ölü taklidi yaparak.
Ruhunun ve zekanın içe-dönük olan yaralı oluşumları hiçbir şekilde iyileşmeye meyilli değil.
Bedeninin sürekli kendini yenilemeye mahkum olan işlevi, burada işe yaramıyor.
Nedendir, kendini atıyorsun yere; tıpkı alevler içindeki kayandan kartala yakışır bir çığlıkla uçmaya kalkışır gibi?
Yıkım oyunu bir süre sonra etkisiz; kendini aşk gibi soyut bir inanca bırakıp, anarşistliğini yakıtı bitmiş bir savaş uçağına mı çeviriyor, yoksa bombayı hala bırakmakta inat edebiliyor mu geri sayımdaki kalbin? Söylesene, çölsel sanrı seviyesindeki uyuşmaların o zamana kıyak, saflığın ve çıplaklığın yaratıcılığıyla mı süsleniyor; yoksa sen, çok önceden zaten doğmuş muydun ve bize genç bir adam taklidi mi yapıyordun?
Söylesene, antik adam, öldüğünde geride film olmaya değecek kadar göze-batan bir hayat bıraktın mı, yoksa hala şeytan ve büyücü dostlarınla atmosferin üzerinde cirit mi atıyorsun?

2 yorum:

göknur dedi ki...

Burak, neden son eklediklerine yorum bırakamıyoruz?

Burak Özkan dedi ki...

yorum seçeneğini açmayı unutmuşum, şimdi yapılabiliyor.